5 Ekim 2010 Salı

VISUAL-IST VE BEN

19.09.1979 gibi özel bir tarihte dünyaya geldim ve daha ilkokul yıllarımdan itibaren yapmaktan en çok zevk aldığım uğraş hep resim oldu. Lisede resim bölümünü bitirdikten sonra Marmara üniversitesi Resim bölümünden mezun oldum. Kaç kişi çocukluk hayali olan işi yapabiliyor bilmiyorum ama sanırım ben o şanslı azınlığa mensubum. Tabii bu hayali gerçekleştirmek göründüğü kadar kolay bir süreç olmadı. Son on iki yıldır tekstil sektörünün içindeyim ve benim gibi yaratıcılığını kullanamazsa boğulan  insanlar için kısıtlayıcı ve hatta zaman zaman köreltici sayılabilecek bir alandayım aslında. Bu yüzden de uzun zamandır aklımda olan kendi koleksiyonumu çıkarma fikrine odaklandım. Doğru zamanın geldiğine emin olduğum da ise ilk adımı ‘’ tozlu dijital’’ koleksiyonumla attım.


Daha sonrasında kendi markam olan ‘’ visual-ist’’ i yarattım ve bunun sadece bir markadan öte, görsel sanatların her alanına açık bir platform olmasını istedim. Sloganımız ‘’this is not fashion’’ çünkü asıl derdimiz moda yapmak değil farklı disiplinlerden beslenen özgün tasarımlar ortaya çıkarabilmek. Hatta bu isteğin bir hareket veya akım halini alabilmesi için bir ‘visual-ist manifesto’ yazmakla meşgulüm bir yandan da. Örtünme aracı değil belki de fikir; satmak değil paylaşmaktan yola çıktım aslında. İlk adımı kumaşlar la, grafikle, belki pentürle, malzeme yada sezon renkleri, kesimleri gibi sınırlamaları düşünmeden üretmeyi baz alarak attım. Bu koleksiyonumda ise eski fotoğrafları, kullandığım sublime baskı yöntemiyle özel kumaşlara basıp yine özgün tasarımlarımla birleştirip ortaya eğlenceli ve farklı ürünler çıkarmaya çalıştım.

Visualizm kendi kendini keşfeden, kendi kendini, büyüten, fikir içinden fikir çıkaran, yeni, özgün, kalıplarla değil kalıp yaratmayla derdi olan, satmak değil üretmek fikrinden yola çıkmış, mütevazi ama bir o kadar da idealı, araştırmacı, kendini ve çevresindeki herşeyi sevip anlamaya çalışan, farklılıklara açık, gerektiğinde tepki göstermekten korkmayan ama asi değil sadece olması gerektiği gibi doğal fakat en az o kadarda
“bir moda markası değildir” :)




Şimdilik visual-ist ürünlerine kumbaracı yokuşu no/ 71 Beyoğlundaki küçük dükkanımızdan ulaşılabilinir. Yakında http://www.olibastiani.com/ dan online olarakta satılıcak.

http://www.visual-ist.net/

http://www.facebook.com/visualiz#!/group.php?gid=145853915445029&ref=ts

17 Mart 2010 Çarşamba

Kartallar

             İşte merak eden arkadaslarım için kartalların hikayesi, etmeyenler içinde olsun hadi.  Umarım kartalları   bile yapabildiği  bu yeniden doğuşu kendı hayatımıza  birazcıkda olsa yansıtabilme gücünü buluruz.....

Kartal, kus türleri içinde en uzun yasayanıdır.
70 yila kadar yasayan kartallar vardir. Ancak bu yasa ulasmak için, 40 yaslarindayken çok ciddi ve zor bir karari vermek zorundadir. Kartalin yasi 40'a dayandiginda pençeleri sertlesir, esnekligini yitirir ve bu nedenle de beslenmesini sagladigi avlarini kavrayip tutamaz duruma gelir.
Gagasi uzunlasir ve gögsüne dogru kivrilir. Kanatlari yaslanir ve agirlasir. Tüyleri kartlasir ve kalinlasir. Artik kartalin uçmasi iyice zorlasmistir. Dolayisiyla kartalin burada iki seçimden birisini yapmasi gerekir. Ya ölümü seçecektir ya da yeniden dogusun acili ve zorlu sürecini gögüsleyecektir. Bu yeniden dogus süreci 150 gün kadar sürecektir. Bu yönde karar verirse kartal bir dagin tepesine uçar ve orada bir kaya duvarda, artik uçmasina gerek olmayan bir yerde yuvasinda kalir.
Bu uygun yeri bulduktan sonra kartal gagasini sert bir sekilde kayaya vurmaya baslar. En sonunda kartalin gagasi yerinden sökülür ve düser.
Kartal bir süre yeni gagasinin çikmasini bekler. Gagasi çiktiktan sonra bu yeni gaga ile pençelerini yerinden söker çikarir.
Yeni pençeleri çikinca kartal bu kez eski kartlasmis tüylerini yolmaya baslar.
5 ay sonra kartal, kendisine 20 veya daha uzun süreli bir yasam bagislayan meshur yeniden dogus uçusunu yapmaya hazir duruma gelir.
Kendi yasamimizda sik sik bir yeniden dogus süreci yasamak zorunda kaliriz.
Zafer uçusunu sürdürmek için, bize aci veren eski aliskanliklarimizdan, geleneklerimizden ve anilarimizdan kurtulmak zorundadayiz.
Ancak geçmisin gereksiz safrasindan kurtuldugumuzda, deneyimlerimizin   yeniden dogusumuzun getirecegi olaganüstü sonuçlardan tam olarak yararlanabiliriz.

'Geride kalanlari unutmak ve önümüzde bizi bekleyenlere ulasmak için hedefime dogru ilerliyorum.' Graciela

15 Mart 2010 Pazartesi

PARÇALAR....

 1:UMUT
2: MERAK
3:SAFLIK
4.GÖRMEK
5.KEŞFETMEK
6.TATMAK
7.FARKETMEK
8.ACI
9: BENZEMEYE  ÇALIŞMAK
10UZAKLAŞMAK
11. ÜRETMEK
12.BOŞLUK
13.TÜKETMEK
14.YALAN
15.KOPUŞ
16.UMUT
17.YENİDEN
18.DENEMEK
19ÜRETMEK
20.HAYAL KIRIKLIĞI
21.KAYBETMEK
22ACI.
23.UZAKLAŞMAK
24.BOŞLUK
25.ÖĞRENMEK
26.KATTIKLARIN
27. ALDIKLARIN
28.KOPAN PARÇALAR
29.KANAMA
30. GÜÇ
  Yaş  30 hayattan adlıklarımı bi kutuya koysam bunlar doldururdu içini. Hayata verdiklerimi  bir kutuya koysam gene bunlar doldururdu içini;  zaman gectikce idrak mekanizması gelişiyor sanırım kişide  zira ne kadar çok canın yanmışsa o kadar anlıyorsun;  hani bazı  insanlar şoka girdiğinde bir tokat çarparlarya suratının ortasına  öyle çarpıyor hayat şakkkkkkk  diye........... yıldızları görüyorsun başının etrafında böyle bir kararıyor ortalık şapşallaşıyosun. Kendine gelmeye başladğında sevdiğin insanların gerçekden gittiğini görüyorsun hemde gelmemek üzere hayatın en büyük tokadı buymuş galiba :S   30 Yaşımdayım anladım sevdiklerimi kaybetmek cok canımı yakıyor; böyle yaş ilerledikçe bırakıyosun bir parçanı arkanda.  Bu  yaşımda en yakın dostumu bırakdım arkamda ,  sevdiğimi sandığım  adamı bırakdım arkamda ,  Tereği bırakdım arkamda ama o hiç gelememek üzere gitti yani bunu bılmek daha garip tabii ölme fikrini nasıl bir duygu oldugu  çok sevdiğiniz biri gidince farkediyosunuz  ve böyle kocaman bir boşluk oluveriyor içinizde;  ha sende biliyorsun bunları belkide olabilir;  bende yıllardır yazmıyordum ve ihityacım oldugunu  hissettim.....

   Fakat sen oldugun için arkanda bırakmak sevdiklerini bu daha baska bişi ben oldugum için  o benile  onun menfaatleri uymadıgı için belkide?  gerçekçi olmak lazım deyilmi, o beni çok sevdiği için,  çok sevince çok kırılırsın, herlafını her sözünü tartarsın , sevginin bir ötesi hastalıkdır belkide cünkü "o" insanlarda normal davranamama durumu söz konusu.  İşin püf noktası arınmak bence oldugu gibi kabul etmek karşındakini gerçek ve samimi oldugu sürece;  sana kattıgı, senin kattıgın bir şeyler varsa; varsın uyuşmasın menfaatler  varsın senın sevmediğin müziği dinlesin,  sevmediğin insanlarla arkadaş olsun, sevmediğin yemeğe bayılsın banane yaaaa O olsun sadece gerçek olsun. 
   Çok canım acıyor   bu  yaşımdayım daha önce farketiğimi sandıgım şeyleri gerçek anlamda yeni yeni idrak edebiliyorum, cok canım acıyor parçalarım arkamda; ben olduğum için çok canım acıyor, yürüdüğüm yerlerde kopan parçalardan süzen kanlarımdan izler bırakıyorum .   Hala biraz hayalperest,   hayalci belkide hansel ve gratelin hikayesindeki gibi o izlerden bulsunlar beni istiyorum. 

     Kopan parçalarım benim diye gittiniz ya beni en çok bu parçalar. Bırakdığım tüm parçalar hayatla benim takasımdı, benden bir parça, ondan bir bakış  siz sadece vesileydiniz belkide?   olabilir .   Kartallar,  kartallar, kartallar çok fena parçalar...


16.03.2010   02.04

1 Şubat 2010 Pazartesi

PAINT

 
  
  
  
  
  
  
  
  
 
 

 
  
by fatos ilhan  (visual-ist)

7 Ocak 2010 Perşembe

STYLING GRAPHIC


                                                     by fatos ilhan



                                                                               by fatos ilhan




                                 by fatos ilhan




                                              by fatos ilhan




  

17 Eylül 2009 Perşembe

WRITINGS

YEŞİL IŞIKTA DURAN ADAM

http://www.myspace.com/raycaesar
http://raycaesar.com/
FATOS ILHAN (Karakalem ağustos sayısında yayınlanmıştır...)

İÇİMDEKİ ÇOCUK
“ TAKE A LICKIN ”
      Dünyada pek çok sanatçı var her biri mutlaka üretirken kendinden yola çıkıyordur diye düşünüyorum. Bu dışa vurumun pek çok ifade şekli var. Kimi klasik, kimi sürreal ve daha birçoğu. Sanatçı hangi dili kullanırsa kullansın, eseri ne kadar başarılı olursa olsun, her sanat eserine karşıdan bakan kişi aynı şeyi hissedemeyebilir. Bazıları ilgimizi çekmez, bazılarına ise uzun uzun bakar dilini anlamaya çalışırız, bazılarındaysa kendimizden bir şeyler buluruz beklide. İçinde hissederiz kendimizi ya da içimizdeymiş gibi gelir.
       Tanımasam bile bilindik, bilinmedik sanatçıların eserlerini araştırıyorum sürekli kiminden ilham alıyorum, kimini kıskanıyorum bazen, azda olsa bazılarına bende anlatsam buna benzer bir şey çıkardı diyorum. Böyle gecelerin birinde bir kız çocuğunun yüzüyle karşılaştım. Kocaman gözleriyle merhaba diyordu, yakasına bulaşmış kan gerçekti, bir o kadarda masum. O tanıdık yüze uzun uzun baktım içimdeki çocuk karşımdaydı sanki ve merak edip yaratıcısını araştırdığımda sas christian ile tanışmış oldum .
                                              “STURDAY NİGHT, MONDAY MORNING “
Christian 1968 de, 4 çocuklu bir ailenin en büyüğü olarak Londra’ da dünyaya gelmiş. İçine kapanık bir çocukmuş ama en büyük tutkusu resimmiş. 13 yaşında yatılı olarak kiliseye bağlı bir kız okuluna gönderilmiş. Okul yılları bir cehennemden farksızmış bu zamanlarda kendisini resim ve müzikle mutlu etmiş. Sanat eğitmenleri ailesini kızlarının yeteneğine önem vermeleri konusunda uyarmış ama duyarsız ailesi bunu pek önemsememiş. Gerçek bir resim eğitimi hiç almayan sas christian ilk çalışmalarını grafik olarak hayata geçirmiş. (Yıllar sonra internet ve kitaplardan nasıl yağlı boya resim yapılırı öğrenecek ama hiçbir zaman çözemediğini düşünecektir. )
     
                                                    “ ANGE OF VENGEANCE”  
                                 


Gittiği bir clubde Dj olan kocası colin christian ile tanışır. Colin christiandan da bahsetmekden fayda görüyorum arada . Sanatla olan ilişkisi sas christianla tanıştıkdan sonra güçleniyor ama yaptıkları işlere baktığınızda nasıl birbirini tamamladıklarını fark etmemeniz mümkün değil. 1992 yılında güney florida’ya taşınırlar ve orda kendi firmalarını kurarlar. Hotbox adındaki firmada genelde fetish latex kıyafetler üretmişler ama daha sonra kapatmak durumunda kalmışlar .
                                                                “ HELLS BELLE “
“ BINGE”
Beraber bir gün kamp yaparken ilk defa LSD (asit) alırlar. Sas bu deneyemin kendisinde kalıcı bir beyin hasarı bıraktığını sanmış. Uyandığında standartlarını aşıp resim yapmaya karar vermiş kimse beğenmese de bu umrunda değilmiş. LSD’ den sonraki gün tuval ve boya alıp resim yapmaya ilk resmi olan “ Jam sandwivh ” ( reçelli sandüviç) ile başlamış kendine sakladığı tek resimde budur. En çok animelerden etkilendiği çalışmalarında belli ediyor kendisini. Modern, punk, saçmalamayan zarar görmüş ama kırılmamış kızları, genelde resmettiğini ifade ediyor. Komik , sert, zeki, sıra dışı, sürüden ayrı kızlar bunlar. O kızlara baktığınızda bu kavramların hepsini bir arada gerçekten görebilirsiniz. Favorim olan Takes a lickin a bakdığımda içimdeki çocuk demiştim ama o karakterlerinin çocuk değil genç kız olduğunu ifade ediyor . Genede siz eserinizi paylaştığınızda bir şekilde tüketilir tüketen kişilerde farklı yorumlar katabilir sas christian’ ın çalışmalarını takdir ediyorum ilgiyle takip etmeyede devam edeceğim ama o benim içimdeki çocuk 
Sas and colın christian web :
  http://www.hotboxdesigns.com
 http://www.myspace.com/sas_christian
FATOS ILHAN (karakalem dergisinde yayınlanmıştır. )

DÜŞLERİMİN CENAZE ALAYI
Her şey paramparça oldu, sonra o parçalar daha da küçük parçacıklara bölündü ve artık hiçbir şey bir kavram altında birleştirilemez oldu. Çevremde tek tek sözcükler uçmaya başladı, koşup bir araya geldiler ve bana bakan gözler oluşturdular, beni de kendilerine bakmaya zorluyorlardı. Birer girdap olmuşlardı, onlara bakma düşüncesi bile başımı döndürüyordu. Durmaksızın döndüler, öyle ki aralarından boşluğa geçebilirdiniz. ( Hugo Van Hoffmansthal)
……… ( 9 nokta ) Ne kadarda beyazdı her şey, midem bulandı. Ne kadarda yalan, ne kadar acı, ne kadar büyük, ne kadar çığlık çığlığa, ne kadar yüksek, ne kadar doyumsuz, ne kadar çok, ne kadar mutlu, ne kadar komik, ne kadar kolay, ne kadar boş, ne kadar sahte, ne, ne, ne kadar fazla; evet bana gerçekten çok fazla. Böyle gerçek olmamalı diyordu kız kendisinden bir başkasıymış gibi bahsetmek rahatlatıyordu beklide. İnsanlar bu kadar inançlı olmamalı, çünkü yalanlar.


Görmeliler; görmeyi bilmeliler gözlerini kapatıp görmeyi bilmeliler öğrenmek zorundalar. Her gece başlarını yastığa koyduktan sonra; sonra hatırlamayı bile beceremedikleri kurgular değildir düşler. Kurtarıcım. Beni ben yapan her şeyin benden çok ayrı olduğunu gözlerimi kapattığımda anladım. Anladım kelimelerin ne kadar anlamsız olacağını, onları kağıda dökmenin gereksizliğini, düşünmenin ne kadar ürkütücü olduğunu ve anladığım anladığımı sandığım, gördüğüm, algıladığım şeylerin yarın olmayacağını. Yarın olduğunda benim bunları yazamayacağımı. Kaçışım. Olmayan yada sadece benim olan tek şeyin “ düşlerimin cenaze alayı” olamayacaksınız.
Biz kandırılmışmıydık, aldatılmışmı, yoksa gerçek olan buda ben mi inanmak istemiyorum. Şakamı, oyunmu her şey bu kadar iyimi (yada kötü) gerçekten?

Bu derece beyaz olamaz. Gerçeğimi görmek istiyorsun? Gözlerini kapat, şimdi ne renk? Bak ne kadar kolay, sadece gözlerini kapatıyorsun ve her yer kararıyor ve sana öğretilen her şeyi bir an için unut. Boş bir tuval var şimdi karşında, istediğin gibi doldurmak sana kalmış ama isteme olurmu; yoksa bunca uğraşın boşa gider. Sakın isteme o anda beynindeki her şey sana öğretilen bildiğini sandığın şeylerdir, bilinç çöp. Bizim amacımız bilmediklerimizi görmek değilmiki zaten? Sende olan ama senin henüz bimediğin, hala bilmiyorsun bu durumda bilmeyide unut. İşte büyü başlıyor. Büyü……… Büyü……… Büyü……… Büyüyeceğim….


Fatos ilhan 2001